İnsanlığın tarih boyunca çözüm aradığı sorunlardan bir tanesidir ruh hastalıkları. Amaç aynı olsa da Ruh Hastalıkları Tedavisi için akla gelmeyecek yöntemler denenmiştir. Bunlardan en sık kullanılanı genellikle batıda rastladığımız kafatasında delik açılması işlemidir. O zamanlardaki yaygın inanışa göre: Vücuda giren kötü ruhlar açılan bu delikten çıkmakta ve böylece hasta sağlığına kavuşmaktaydı. Peru’da arkeologlarca açığa çıkartılan Paleolitik Çağ’a tarihlenen delik kafataslarına dayanarak, yöntemin çok daha eskilere dayandığını rahatlıkla söyleyebilmekteyiz.

Hieronymus Bosch imzalı bir tablo: Taş Kesilmesi (1494 civarı). 48 cm × 35 cm boyutlarındaki ahşap üzerine yağlı boya resim, Museo del Prado'de konumlanmaktadır.
Hieronymus Bosch imzalı bir tablo: Taş Kesilmesi (1494 civarı). 48 cm × 35 cm boyutlarındaki ahşap üzerine yağlı boya resim, Museo del Prado’de konumlanmaktadır.

Uygulama fazlasıyla popülerdi. Gerek Antik Çağ, gerekse Orta Çağ’da nice akıl hastası bu operasyonla iyileştirilmeye çalışıldı; ancak tahmin edersiniz ki ekseriyeti bu tehlikeli işlem esnasında hayatını kaybetmekteydi. Tabii istisnai olarak hayatta kalabilen kişiler de yok değildi…

Greko – Romen kültürlerde, kafatası delmenin yanında, zincirleyerek mahzenlere kapatma yolu da akıl hastalığı tedavisi için geçerli bir yöntem olarak görülmekteydi. O zamanki yaygın düşünceye göre deliren insanların bedenlerini Mania ve Lyssa adlı ruhlar ele geçirmişti ve zaman kaybedilmeden mahzene zincirlenmeleri elzemdi.

Demonolojik anlayış monoteist topluluklara da hakim oldu. Tevrat’la birçok benzer özellik gösteren Eski Ahid’de ruh hastalıklarının ilahi bir ceza olarak görülmesi sebebiyle, Hristiyanlar da Yahudiler gibi genellikle dini törenler düzenleyip, belli dualar ederek tedavi gerçekleştirmeye çalıştılar.

Hristiyan dünyasını diğer monoteist topluluklardan ayıran şey ise: Bu dini törenlerin kimisinin vahşete dönüşmesi idi; zira nice ruh hastası, başlarından aşağıya kızgın yağ dökülerek veya kimi zaman ateşe atılarak kötü ruhlardan arındırılmaya çalışıldı.

Günümüzde müze olarak hizmet veren, Sultan II. Bayezid Külliyesi'ndeki cansız mankenlerle donatılmış Hastaneden bir sahne. Akıl hastalarının tedavisi için hekimce belirlenen makamlarda parçalar çalan müzisyenler görevlerini icra ederken.
Resim Kaynağı : www.yakurtulus.com
Günümüzde müze olarak hizmet veren, Sultan II. Bayezid Külliyesi’ndeki cansız mankenlerle donatılmış Hastaneden bir sahne. Akıl hastalarının tedavisi için hekimce belirlenen makamlarda parçalar çalan müzisyenler görevlerini icra ederken. Fotoğraf Kaynağı: www.yakurtulus.com

Günümüze en yakın anlayışa sahip olan toplum ise kuşkusuz İslam toplumu idi. Bilhassa Türkler, tıpkı Antik Çağ’da kamlar eşliğinde gerçekleştirdirdikleri kopuzlu, sazlı, davullu törenler gibi müzik, aynı zamanda renkler ve su sesi ile de tedavi etme yoluna gittiler. Selçuklu geleneklerini devam ettiren Devlet-i Aliyye‘nin mühim eserlerinden, Sultan II.Bayezid Külliyesi dahilinde 1488 yılında açılan darüşşifa (hastane) bunun en iyi örneğidir.

Evliya Çelebi’nin anlatımlarına göre: Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkilerine vakıf olan hastane hekimbaşısı hastalara önce çeşitli makamlarda musiki dinletmekte, sonra kalp atışlarının hızlanıp yavaşlamasını kontrol etmesine müteakiben fayda görecekleri makamdaki müzikle renkli odalarda tedaviye başlamaktaydı. Yine onun anlatımlarına dayanarak, hekimbaşının amnezi(hafıza kaybı) yaşayan hastalar için İsfahan, yerinde duramayan, fazla hareketli hiperaktif hastalar için rehavi, majör depresif bozukluk yaşayan hastalar için ise kuçi makamını tercih ettiğini söyleyebilmekteyiz.

Peki Neden Ses ve Renklerle Tedavi Yoluna Gidilmiş Olunabilir?

Günümüzde yapılan bilimsel araştırmalar neticesinde, renklerin merkezi sinir sistemini pozitif ya da negatif duygulara sebebiyet veren enerjiler ile etkisi altına aldığını bilmekteyiz. Turuncu, neşe veren, dışa dönük bir renk iken, kan basıncı ve vücut ısısını harekete geçiren kırmızı, canlandırıcı etkisi ile yaşama sevincini veya cinselliği tetiklemektedir. Kimi zaman huzur ve sevginin rengi olan mavi ise, bazen tıpkı Picasso‘nun yaşadığı mavi dönem gibi melankolinin rengi olarak çıkmaktadır karşımıza…

Arzu ederseniz, en bilinmedik kişisel gelişim kursunda bile genelde karakter analizi amacı ile eğitimi verilen renkleri es geçip, yine Selçuklu ve Devlet-i Aliyye’de kullanılmış bir tedavi yöntemi olan ses dalgalarına geçelim:

Seslerin görsel karşılığını inceleyen bilim dalıdır Siyamatik. “Resmi anlamda” ilk olarak Alman bilim adamı Ernest Chladni tarafından 1680 yılında yapılan araştırmayla keşfedilir. Deney kapsamında, metal levha üzerindeki kum tabakaya bir yay yardımıyla farklı şiddetlerde titreşim yollayan Chladni, çeşit çeşit ses desenleri elde eder.

Aşağıdaki videoda Chladni Desenleri‘nin oluşumunu görmekteyiz:

Bundan yaklaşık 3 asır sonra, yani 1967 yılında bu sefer Hans Jenny yoğunlaşır siyamatiğe ve seslerin başta su olmak üzere, nişasta gibi kum haricindeki maddeler üzerinde de görüntülenebildiğini keşfeder. Araştırma yoğunlaştıkça maddelerin ses dalgalarına verdiği tepkilerin farklı olduğunu idrak eden Jenny, kum ile yaptığı deneylerde ses dalgalarından etkilenmeyen kısımların toplandığını gözlemlerken, su kullandığı deneylerde titreşimin daha etkili olmasına ek olarak, ses dalgalarından etkilenen kısımların toplandığını gözlemler. Evrendeki diğer maddelerden soğudukça genleşme özelliğine sahip olmasıyla ayrılan su, ses dalgalarına maruz bırakıldığında da farklı tepkiler vermektedir.

Onun nihai amacı hücreleri ses dalgaları ile kontrol altına alıp tedavi gerçekleştirmektir ama ömrü bu kadim bilimi tekrar ayağa kaldırmaya yetmez ve araştırmasından tam 5 sene sonra vefat eder…

Günümüzde, yaşama birçok alanda ışık tutan kuantum fiziği, evrendeki her şeyin titreşim halinde olduğunu ifade etmektedir.

Evren başlıca titreşimsel şeylerden meydana gelmiştir ve bu da benim kuantum fizikten anladığım şeye bağlanıyor. Çünkü kuantum fizikte, tüm maddenin yapısında var olan ve ondan meydana gelen kuantum dalgalardan, titreşimlerden bahsederiz.

Fred Alan Wolf

Hal böyle iken sürekli titreşim halinde olan bedenimizin sahip olduğu enerji durumu, müzik veya benzeri bir titreşimin etkisi altına girdiğinde değişebiliyor. Vücut gerçekten muazzam bir sistem ama Jenny neden deneylerini su üzerinde yoğunlaştırdı?

Onun yaptığı deneylerden biliyoruz ki: Su diğer maddelere göre değişime daha yatkın. Dolayısıyla vücudunun %70‘i su olan insan da…

Bununla beraber kimisi Orta, kimisi ise Antik Çağ‘da büyük kitleleri etkilemiş üç büyük din içinde suya dini metinler okumak ve sonrasında bu suyu kullanmak adetinin yer etmesi belki de yersiz değildir…

Konuyu noktalamadan Japon Bilim Adamı Masaru Emoto‘nun su kristalleri üzerinde yaptığı araştırmaları incelemenizi önermekte fayda görüyorum:

Onlar kimi zaman Antik, kimi zaman ise Orta Çağ’ın Kan ve Aşk Kokan Büyülüleyici Havası‘nda yaşamış bir rahip, bir kam veya bir hoca olarak çıktı karşımıza. Ortak özellikleri ise: Olumlu ifadeler içeren metinler(dua) ya da olumsuz ifadeler içeren metinler(beddua, curse) ile insanları etki altına almaya çalışmalarıydı. İlerleyen zamanlarda bu bilim Türk hekim ve müzisyenleri tarafından, tıpkı II.Bayezid Külliyesi‘nde olduğu gibi daha ileri bir noktaya taşındı ve nereden öğrenildiği meçhul olan kadim bilgiler ışığında nice tedavi gerçekleştirildi. Onlardan asırlar sonra yaşayan bizlerin yeni yeni aşinalaşıyor olması pek bir garip değil mi?


Bu Yazıyı Paylaşın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir