Türklerin, Binlerce Yıl Önce de İstanbul’da Olduğunun Kanıtı Yok Olmaya Terk Edildi
Yıllar önce, Kadıköy’de yer alan Agah Efendi Sokak ile Noter Sokak’ın kesiştiği yerin deniz tarafındaki batı köşesinde, bir bina inşaat çalışması kapsamında temel kazımı gerçekleştirilmekteydi (17.08.1968). İşte tam bu esnada toprak altından 49 cm yükseklik, 37.5 cm genişlik ve 8 cm kalınlıkta, runik alfabe ile yazılmış bir yazıt beliriverdi.
O anda kazı bölgesinde bulunan Kazım Mirşan‘ın oğlu Server bey, derhal eseri alarak ilk fırsatta müzeye teslim etmek üzere daha korunaklı bir yer olan evine götürdü. Takip eden süreçte bizzat Kazım Mirşan tarafından yapılan araştırma neticesinde DÖ 2.000 başlarına tarihlendiği saptanan Ön Türkçe yazıt, ilerleyen zamanlarda müzeye götürülmesi için Araştırmacı-Yazar Turgay Tüfekçioğlu‘na teslim edildi ve böylece olayın iç acıtacak kısmı da başlamış oldu.
Eserle birlikte İstanbul Arkeoloji Müzesi‘nin yolunu tutan Turgay Tüfekçioğlu müzeye vardığında, İstanbul tarihi konusunda çığır açacak öneme sahip olan Erenköy Yazıtı karşısında yetkililerin gereken ilgiyi göstermediğine şahit olsa da bir şekilde teslim etmeyi ”başardı (15.01.2013).”
Milli Öneme Sahip Bir Eseri Kitlelere Yaymak İçin Ne Varsa Yapılması Gerekiyorken, Bin Dereden Su Getirmek
Bahsettiğim değerli insanların çabaları nihayetinde yazıtın İstanbul Arkeoloji Müzesi‘ne verilmesinden yıllar sonra, yani 2017 yazının ortalarında 1 aylık tatil için Türkiya’ya gelmeye karar verdim ve bu süreç zarfında, var olup olmadığı tam bir muamma olan, bazı kitap ila internet sitelerinde fotoğrafsız, yüzeysel bilgilerle bahsedilen eseri İstanbul Arkeoloji Müzesi‘nde ziyaret ederek fotoğraflamayı, akabinde elimden geldiğince çok kişiye neşretmeyi düşünmekteydim. Bu doğrultuda vakit kaybetmeden eserin ayrıntılı bilgilerini vererek, ülkemde bulunacağım süre zarfında ziyaret etmek isteğimi kurumumuza öncesinden mail yoluyla ilettim.
Aradan haftalar geçti, Türkiya’ya gelmiştim ve mailime olumlu veya olumsuz herhangi bir cevap verilmediği için müzeyi arayarak, eser kodu hariç tüm bilgileri vermek kaydı ile yazıtı görmek istediğimi, ziyarete açık olup olmadığını tekrar sordum.
Herhalde İskender Lahdi veya Afrodit Heykeli benzeri bir eser değil de Türklerin, İstanbul’da Antik Yunan’dan önce var olduğunu ispat eden bir eser sormuş olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek, birçok yetkilinin daha müze bünyesinde böyle bir eserin olup olmadığından dahi bi:haber olduğunu gördüm.
Bizzat Turgay Tüfekçioğlu‘nun aktardığına göre eser, arkeoloji müzesine teslim edilmişti ve oralarda bir yerlerde olmalıydı; ancak telefonda bağlandığım müze yetkilisi, bilgisinin olmadığını, bu yüzden dilekçe yazmam gerektiğini söyledi. Sadece eserin müze bünyesinde olup olmadığını öğrenmek için dilekçe yazacak, cevap verilmesini bekleyecek ve ardından ziyarete açık değilse, bir de özel izin almak için bu vakit alan işlemleri tekrarlayacaktım. Oysa ki 1 ay kadar kısa bir süre için gelmiştim ve yegane amacım eser hakkında kapsamlı bilgi alıp, mümkün mertebe insanlara neşredebilmekti. Tam anlamıyla bağımsız bir ülkede elimden tutulup teşekkür edilmesi gerekirken, adeta bin dereden su getirildi…
Eğer telefon konuşmaları sırasında şahit olduğum içler acısı ifadeleri yazarsam, aksi bir durumda kanıtlamak durumunda kalacağım için içerikten kapsamlı bir şekilde bahsetmemeyi tercih ediyorum. Ülkemizdeki bazı insanların kendi kültürüne ne denli uzak, başka kültürlere ise ne denli yakın, içten olduğunu tahmin edersiniz deyip bu kısmı es geçiyor ve kaldığım yerden devam ediyorum o yüzden.
İstanbul Arkeoloji Müzesi‘ni defalarca aramış, mailler yollamış fakat bir sonuca ulaşamamıştım. Bekleyecek vaktim yoktu ve bu sefer başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı ile iletişime geçerek sorunu yukardan çözmek yoluna gittim. Bu süreç zarfında 1 ay çoktan dolmuştu ve biraz sıkıntıya girmeyi göze alarak tatili uzatmak mecburiyetinde kaldım.
İstanbul Arkeoloji Müzesi ile ilk olarak 05.06.2017 tarihinde mail yoluyla iletişime geçen ben, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık ile yürüttüğüm mail ve telefon trafiği neticesinde bizzat KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’nın müze ile iletişime geçmesi sonucu eserin müzede olduğunu öğrenerek, ancak 07.09.2017 tarihinde özel izinle görebildim.
Peki Bu Denli Mühim Bir Eser, Arkeoloji Müzesinde Hangi Şartlar Altında Korunmakta?
Eser, görsellerde de göreceğiniz üzere arkeoloji müzesinin bahçesinde, dış etken kaynaklı aşınmalara tamamiyle müsait olan alelade bir yerde konumlanmakta ve şuna eminim ki; eğer bizler daha korunaklı bir yere taşınması hakkında CİMER ila Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nı sıkıştırmaz, ardı arkası kesilmeyen özel izin talepleriyle (özel izin için eserin kapsamlı bilgileri) yakından alakadar olduğumuzu göstermez ve buna rağmen şu anki haliyle gelecekte de görebilir isek, gerçekten pek bir şanslıyız demektir.
Bu uzun ve sıkıcı yazıyı soruyla bitirerek sizleri malum can acıtan fotoğraflarla baş başa bıraksam gayet yerinde olur:
Arkeoloji, stratejik bir öneme sahip değil midir, eğitim esnasında milli olmayan değerler empoze edilen arkeologlar kimlere hizmet eder, gerçekten bağımsız olan bir ülkenin stratejik kurumlarında ne tip insanların bulunması elzemdir?